KIZ İSTEME
Ergani ve çevresinde evlenme, kızlarda 16-17, erkeklerde 20 yaşlarında başlar. Buna göre evlenme çağına gelmiş oğlanlar için, aileleri bir kız beğenir. Daha sonra konuyu oğlana açarlar. Eğer oğlan kabul ederse görücü usulüyle evlilik işlemlerine başlanmış olur. Önce oğlan tarafı yaşlı bir kadın aracılığıyla kızlarına talip olduklarını gizlice kızın annesine iletir.
Kız tarafı olur derse, şehirde çeyiz listelerini hazırlayıp erkek tarafına bildirir. Erkek tarafı listeyi ağır bulursa bazı değişiklikler yaparak geri gönderir. Genelde kız tarafı pazarlık payını düşünerek ilkin gereğinden fazla şey isterler. Oğlan tarafı da listede indirimler ister. Lis-teler üzerinde anlaşma sağlanırsa, erkekler kız istemeye giderler.
Köylerde liste usulü yoktur. Başlığın miktarı önceden tahmin edilir (Bazen kadınlar gizliden çıtlatırlar) Şayet anlaşma sağlanmazsa, kız tarafı bazı mazeretler uydurarak, karşı tarafı kırmadan nazikçe bildirir. Bu durum kötü karşılanmaz. Eğer kıza amcası oğlu talip ise, başkası gelip o kızı isteyemez. İsteseler dahi amcası oğlu taliplileri geri ettire-bilir. Bazen oğlan kendi bulup sevdiği kızın ismini annesine çıtlatır. Eğer kabul görmezse evlenme isteğini ailesine kabul ettirmek için çeşitli huysuzluklar yapar. Örneğin: çalışmaz, anne-babaya karşı gelir, yemeği beğenmez, küçükleri döver vb. şekilde direterek ailesini kabul etmesini sağlar.
Günümüzde görücü usulüyle evlilik azaldı. Şehirde daha çok kız ile erkek önce görüşüp şartlarını konuştuktan sonra evlenmeye karar veriyorlar.
Kız istemeye, oğlanın ailesi, o çevrede sözü geçen birini yanına alarak, kalabalık giderler. Oğlan tarafı kız istemeye giderken, yanlarında tatlı götürürler. İş tatlıya bağlandıktan sonra yenmesi için. Sözü genellikle, oğlan tarafıyla birlikte gelen davetli kişi açar. "Allah'ın emriyle, Peygamberin kavliyle akrabalık için çullarına oturduk-larını ..." söyleyerek söze başlarlar. Son olarak da "... Biz peynir, siz bıçak; ne derseniz, ne keserseniz, kabulümüzdür" diyerek hiçbir şeyi almaktan çekinmeyeceklerini bildirirler. Kız tarafı “Allah kader etmişse bizim ne diyeceğimiz olabilir” diyerek olumlu cevap bildirirler. Daha sonra başlık ve çeyiz isteklerini söylemeye başlarlar. Öncelikle başlık istenir. (Hemen şunu belirteyim ki, günümüzde başlık parası adetten-dir. Karşı tarafı zora sokmak için kullanılmaz. Eskiden yüklü başlık parası istenirdi. Kızın değeri alınan başlığın çokluğu ile ölçülürdü.“Bey kızı çingene başlığı ile verilmez” derlerdi.) Kızın amcası ve dayısı için halat (xılat) istenirdi. Son yıllarda bazı aileler başlık parası yerine ağabeyi için veya annesinin süt hakkı olarak küçük bir halat istiyorlar. Bunun yanında kız için altın, ağır elbiseler, bir top patiska, bir top etamin, çeyiz olarak almaları gereken ev eşyalarını vb. şeyler istenir. Anlaşma sağlandığı zaman, cemaattaki yaşlı kişi veya imam tarafından fatiha okunur. Oğlan tarafından yaşı küçük olan biri, kız babasının elini öper. Her iki taraf birbirlerini tebrik ederler. Evliliğin hayırlı ve mutlu olması için temennilerde bulunurlar.
Çevrede istenen kız, (sözü kesilen kız) yarı nikah edilmiş sayılır.
-
BERDEL
Köylerde başlık parası veremeyecek durumda olan ailelerin baş vurdukları eski bir gelenektir. Oğlanlar, bacılarını takas ederek berdel yaptıkları gibi, bazen babalar kızlarını kendilerine ikinci eş almak için de berdel yaparlardı.
Berdel geleneğinde, aile büyüklerinin sözü geçerlidir. Evlenecek çiftlerin tercih hakları yoktur. Karar aileler arasında alınır; gençlerin arzuları dikkate alınmaz. Daha çok amca çocukları arasında berdel yapılır. Her iki aile de aynı şekilde masraf yaparlar. Berdel’de düğünler aynı günde yapılır. Gelin alayları yolda karşılaştıklarında gelin atlarını değiştirirler. Berdel edilen kızlardan biri küser veya boşanırsa, diğeri de hemen babasının evine döner.
Esma Ocak “Berdel” adlı kitabında bu geleneğin hikayesini anlatmaktadır.
KIZ KAÇIRMA
Ergani ve yöresinde kız kaçırma olayları az görülür. Gençler birbirini sever, fakat aileleri evlenmelerine rıza göstermezlerse kaçırma akla gelir. Kaçırma olayı iki türlüdür: Eğer oğlan kızı zorlayarak götürmüşse buna kaçırma (Revandi) denir. Kız zorlayıp oğlan yarı istekli götürmüşse buna kaçma (Duketın) denir. Bu durumdaki kızlara iyi gözle bakılmaz. Böyle vakalarda baba kızı evlatlıktan ret eder, ölünceye kadar konuşmaz.
Kaçırma sırasında, oğlan kızın küçük parmağını iki kat yapıp sıkarak götürür. Kız kaçıran, ya bir ağaya ya da nüfuzlu birisine sığınır. Artık kaçırılan kız sığındığı evin namusu sayılır. Her ne pahasına olursa olsun çifti korumak ve kollamak zorundadır. Hatta başlık parasını verip barışmasını sağlamak ona düşer. Her zaman kaçırılan kızın başlığı fazla olur. Eskiden ağalar başlık miktarını belirler bunun yarısını da kız babasına vermez kendine ayırırdı.
Kız kaçırmalar yüzünde eskiden çok aile kavgaları olurdu. Bu konuda söylenmiş nice halk türküleri vardır.
Şayet taraflar uzlaşmaz, iş mahkemeye intikal ederse, kız zorla götürülmüşse dahi, oğlan tarafını tutar. Çünkü kaçırılmış kız, baba evine dönemeyeceğini çok iyi bilir.
Birde evli kadın kaçırma olayları vardır ki, Ergani yöresinde ender görülür. Böyle durumlarda mutlaka kaçan ve kaçıran öldürülür. Çünkü karısı kaçırılan aile öldürmezse halk arasında gezecek yüzleri olmaz.
EŞARP KAÇIRMA
Köy yerlerinde eskiden var olan bir adetti. Artık bu adete uyan kalmamıştır. Oğlan gözüne kestirdiği kızı babası istemez; kendisi de kaçırmaya gözü kesmez, veya kaçırmaya yeltenir de başarılı ola-mazsa, eşarbını (Şalpa) kaçırırdı.
Bu eski geleneğe göre bir kızın ha kendisini kaçırmışsın, ha eşarbını. Eşarbı kaçırılan kızın adı lekelenmiş sayılırdı. Oğlan babası onu istemek mecburiyetinde kalırdı. Büyükler, hatırlı kişiler araya girerek başlık parası kesilir, kız istenirdi.
NİŞAN- ŞİRANİ (Şerbet İçme)
Nişana giderken büyükçe bir sini hazırlanır. Sininin üstüne bir paket kahve, birkaç paket sigara, kibrit oğlanın fotoğrafı vs. konur, çiçeklerden bir taç yapılır. Taç sırmalı simli tellerle süslenir. Üzerine kız için alınan altınlar asılır. Bu tepsi, tanıdıklardan birinin başına konarak götürülür.
Davetliler kız evine giderken yolda maniler söylenir, “tıliiliiiiii” diye zılgıt çekilir, bazen durarak oyunlar oynanır. Söylenen manilerden bazıları şunlardır:
Kar yağar kar üstüne
Koydım duvak üstüne
Niye ben kör olmuşam
Yar sevem yar üstüne
***
Bugün pazar günidür
Derdim azar günidir
Küçeleri süpürün
Yarim gezer günidir
***
Karşıda karaçiler
Oturmuş fal açiler
Dediler yarin gelmiş
Hani ya yalançilar
***
Bu gece uymamışam
Uykuma doymamışam
Kirpik seni keserem
Yar gelmiş duymamışam
***
Dam üstınde bıtırağ
Minder atın oturağ
Oturmahtan ne çıkar
Gelin olah kurtulağ
***
Nohudu kaynatırlar
Odaya yaylatırlar
O teresin kızını
Def çalıp oynatırlar
***
Bahçede iğde midir
Dalları yerde midir
Her geleni seversen
Sendeki mide midir
***
Ova yolu pıtırağ
Gel burada oturağ
Sen al beni, ben seni
El dilinden kurtulağ
-
Düğün alayının gelişini gören kız evinde de büyük bir telaş başlar, komşular, eş-dost toplanır. Nişan eğlencesi bir süre devam eder. Nişan elbisesi giymiş gelin kız ortaya getirilir. Güveyi tarafının getirdiği altınlar ve nişan yüzüğü geline takılır. Gelin kız kaynanasının, görümcesinin, eltisinin ve davetlilerin elini öper. Bunlar da getirdikleri hediyeleri geline takarlar. Bu sırada bir kadın tarafında takılan hediyeler yüksek sesle ilan edilir. Şerbet dağıtılır, böylece nişan töreni biter, davetliler dağılır.
Ailenin hali vakti yerindeyse nişanda davul veya saz çaldırır nişan düğünü yapılır. Ertesi sabah, kız tarafından oğlana ipek bir bohça içerisinde nişan yüzüğü, lavanta, bir çift çorap, mendil, iç çamaşırı, bir kutu şeker vb. ile bir sürahi nişan şerbeti yoksul birisine verip gön-derilir. Bunların yoksul birisiyle gönderilmesinin sebebi ise, oğlan tarafının ona yardımda bulunması içindir. Böylece nişan işi bitmiş olur.
Hazırlıklarını tamamlaması için belli bir süre nişanlı kalınır. Kız ve oğlan düğüne kadar birbirlerini görmezler. Eğer oğlanın yolu kız evinin kapısının önünden geçiyorsa oğlan nişandan sonra yolunu değiştirmek zorundadır. Uzun süre nişanlı kalmak hoş karşılanmaz. “Su gölde kalırsa kokar” özdeyişi en çok bu durumlarda kullanılır.
Yörede güveyi düğününe katılır, kız ile oğlanın nişan yüzükleri törenle takılırsa ASRİ NİŞAN denir.
DÜĞÜN (Davet)
Her iki taraf da çeyizlerini tamamladıktan sonra birbirlerine haber verip, düğün gününü tespit ederler.
Köylerde düğüne başlarken, kırmızı bir eşarp (temezi) direğe bağlanır, bir baş soğan da bu direğin başına geçirilerek oğlan evininin damına dikilir. Düğün, oğlan evinde ya çarşamba günü öğle başlayıp, perşembe günü ikindi vaktine kadar sürer; ya da cumartesi günü öğle vakti başlar, pazar günü ikindiye kadar devam eder. Yani zifaf gecesi ya cuma akşamına, ya da pazartesi akşamına denk getirilir. Ergani'deki düğünlerde çalınan çalgılar; genellikle davul-zurnadır. Bazen klarnet darbuka ya da cihaz eşliğinde saz çalındığı da olur. En çok oynanan oyunlar, Lorke ile Delilo oyunlarıdır. Halay çekilirken oynayanların ağzına para konur. Bir iki turdan sonra paralar, çalgıcı tarafından toplanır. Halayda, kadınlar ile erkeklerin beraber oynadıkları olur. Genelde akraba olan kadın ile erkek kol kola girer. Çoğu zaman kadınlarla erkekler karşılıklı fakat ayrı ayrı gruplarda oynarlar. Kadınlı erkekli 15-20 kişinin beraber oynadığı geniş halka şeklinde halaylar çekilir.
Bir gün önceden güveyi tarafı, aldığı çeyiz eşyalarını çalgı eşliğinde kız evine götürür. Kız evinde oğlan tarafından gelen çeyizleri bir tarafa, kendi çeyizini bir tarafa iplere sererek sergilenir. Bu olaya "Çeyiz Serme" denir. Kıza alınan altınlar oğlan tarafının gönderdiği yatakların üzerinde sergilenir. Çeyiz üç gün serili kalır. Tabi bu arada bütün akraba, konu-komşu, eş-dost çeyizi görmeye gelir. Çeyiz gör-meye gelen herkes bir hediye getirir.
Son gün oğlan tarafı ile kız tarafı oturup çeyiz sayılıp yazılır. Kız ile oğlanın çeyizleri ayrı ayrı listelenir. Çeyiz toplanarak çalgı eşliğinde eller üstünde oğlan evine götürülür. Çeyizle birlikte, kızın yengesi ya da teyzesi de oğlan evine gider. Oğlan evinde, kıza ayrılmış bir oda çeyizle süslenir.
KINA GECESİ
Akşam davetliler kız evine gider. Böylece kına gecesi başlamış olur. Erkekler odada sohbet ederken, kadınlar içerde eğlenirler.
Genç kızlar elerinde tabakların içinde kına ve üzerinde yanan mumlarla birlikte gelir. Tılili çekerek lambalar söndürülür. Gelinin etrafında dönerek, gelini ağlatmak için çeşitli maniler söylenir. Bu sırada okunan manilerden bazı-ları şunlardır:
Kınayı getir aney
Parmağın batır aney
Bu gece misafirem
Koynında yatır aney
***
Geline bak geline
Kına yakmış eline
Yazık olmış geline
Düşmüş sarhoş eline
***
Bir sen süle bir de ben
Şeker ezem dilde ben
Sen otur gölge yerde
Ko yanayım günde ben
KINA TÜRKÜSÜ
Haydi gideh toyuna
Kurban olam boyuna
Kına yakam eline
Helhele bak hele
Gelin ağlar vış kele
Güveği güler bak hele
Kızlar kalksın oynasın
Düğün evi el ele
Eğlene ah eğlene
Kına koydum siniye
Haber verin bibiye
Gelin giyinmiş diye
Helhele bak hele
Gelin ağlar vış kele
Güveği güler bak hele
Kızlar kalksın oynasın
Düğün evi el ele
Eğlene ah eğlene
Altın koydum eline
Kına kodum üstüne
Duvak çektim yüzünü
Helhele bak hele
Gelin ağlar vış kele
Güveği güler bak hele
Kızlar kalksın oynasın
Düğün evi el ele
Eğlene ah eğlene
Ayrıca kız ve oğlan tarafı manilerle birbirlerine taşlamalarda bulunurlar.
Yörede kaynana kına gecesine gider, fakat gelin getirmeğe gitmez. İnanışa göre “Düğüne giden kaynana ölür.” Oğlan tarafından başı bütün (dul veya ikinci kez evlenmemiş) bir kadın gelinin eline kına yakmak ister, fakat gelin elini açmaz. "Avuç Altını" adı verilen hediye verilmeyinceye kadar gelin direnir. Davetli bayanlara kağıtlara sarılmış kına dağıtılır. Çıkarılan sininin üstüne davetliler tarafından para ve hediyeler atılır. Böylece kına gecesi de tamamlanmış olur. Gelinin sev-diği arkadaşı o gece yanında yatar. Oğlan kınası arkadaşları tarafında evinde yakılır.
GELİN ÇIKARMA
Düğün günü sabah namazı vaktinde kalkılır. Oğlan tarafı, misafirleri için büyük kazanlarda "tırşık" adı verilen güveç yemeğini hazırlar. O gün öğleye kadar düğün devam eder.
Davetliler, gelini almaya gitmeden önce “Damat Tıraşı“ yapılır. Berber, düğün yerine koyduğu bir sandalyenin üstünde güveyi tıraş eder. Arkadaşları etrafında oynayarak peştemale para takarlar. Berber usulen yaptığı sakal tıraşından sonra paraları alır.
Gelin evi yakın ise yaya olarak, eğlene eğlene yola çıkılır. Uzak ise vasıtalarla önde süslenmiş gelin arabası olmak üzere gidilir. Eskiden atlar koşturularak ,davullar çalınarak, şarkılar söylenerek gidilirdi.
Sabahleyin kız evine akşamdan giden daveli(berbi)ler, gelini hazırlarlar. Kızın küçük erkek kardeşi kapıyı tutarsa, bu kapıyı açmak için para istediğini gösterir. Buna ”Kapı Arkası” denir. İsteği yerine getirilince kapıyı açar. Eskiden köylerde baş bağlama parası, sandık açma parası, süpürge hakkı gibi adetler vardı. Bu sırada gelin annesi, babası ve diğer aile fertleriyle vedalaşır. Ağabeyi bir sarı liranın bağlı bulunduğu bir kırmızı kurdeleyi gelinliğin üstünden beline bağlar. Gelin ile annesi çoğu zaman ağlaşırlar.
Gelinin bir koluna görümcesi, bir koluna da eltisi girerek, zılgıtlarla baba evinden çıkarır. Bu sırada gelinin yüzüne allık atılır. Gelin evinden çivi, bardak, kaşık gizlice alınır. Bardak evden çıkarıl¬dıktan sonra yere vurup kırılır. Uğur sayılır. Çivi, oğlanın enine götürülüp duvara çakılır. Böylece gelinin yeni evine sıkıca bağlanacağı varsayılır. Tahta kaşık, gelin oğlan evine girerken ayağının atında kırdırılır.
Daha sonra gelin ve damada arkadaş olmak üzere, evli bir çift sağdıçlık yapar. Sağdıç yoksa kız tarafından bir bayan gelin kızın bakireliğine şahitlik etmek üzere beraber gider.
Gelin, baba evinden çıkarılırken, oğlan tarafını üzmüşlerse manilerle kızın ailesine bazı taşlamalarda bulunulur. Düğün halayı yolda zılgıt çekip maniler söyleyerek damadın evine gelir. Bu sırada gelinin yolu sık sık kesilir. Hediye alınmadan açılmaz. Çocuklara zarf içine konulmuş bir miktar para verilir. Yetişkinlere büyük hediyeler verilir. Eskiden köylerde gençler toplanarak “Ezeplık” denen bekarlık parası alırlardı. Bu hediye çoğu zaman bir koyun, keçi yada eşdeğer para olurdu. Bu adet de artık kalkmıştır.
Evin önünde gelini, güveyi karşılar. Kol kola girip kapıya gelirken kaynana tarafından içine para şeker ve çeşitli yemişler konan testi damdan atılarak gelinin ayakları önünde kırılır. Gelinin başına serpilen yemişleri çocuklar zevkle toplarlar. Bazıları evin önünde gelini için kurban kesip alnına kanını sürer. Bu sırada gelin eve gitmeye nazlanır; kayınbabası ona düğün alayı huzurunda (inek arazi, ev gibi bir mal) bağışlar. Gelin içeri alınıp, hazırlanan odaya oturtulur. Güveyi tarafının bayan davetlileri, gelini görüp tebrik ederler.
Hazırlanan tırşık yemeği geniş bir yerde iki sıra halinde serilerek misafirlere ziyafet çekilir. Bu arada aşçılar kazanın kapağını “Kazan Ağzı” hediyesini almadan açmazlar. Yemek yendikten sonra düğün sona ermiş olur. Davetliler, hayır ve mutluluk dileyerek dağılırlar. Bu sırada gelinin baba evinden getirdiği çeyizler "mendil, çorap, havlu ve gömlek gibi hediyeler" davetlilere dağıtılır.
Akşam olmadan imam çağırılıp, çiftin dini nikahları kıyılır.
Eskiden köylerde, damat akşam muradına erdikten sonra, bunu dama çıkıp tüfek patlatarak ilan ederdi. Zifaftan sonra gelinin kanlı bezi yaşlı kadınlara gösterilirdi. Gelin uzun süre kayınbabası ve kayınları ile konuşmazdı. “Gelinlik Ederdi” Bir süre sonra geline bir hediye alarak konuşmasını sağlarlardı. Gelin, kayınbabasına APO (amca), kayın anasına da AMOJ (yenge) diye hitap ederdi. Gelinin kocasını ismi ile çağırması ayıp sayılırdı. Damat da karısını ismiyle çağırmazdı. Bazıları yaşlanıncaya kadar artık birbirinin ismi yerine, (Çocukların Babası Çocukların Anası, Ero, Ere. vb) uyduruk isimlerle seslenmeye devam ederlerdi.
Düğünden bir hafta sonra, gelin baba evini ziyaret etmesine “Zéti" denir. Köylerde düğünden bir hafta sonra “ Kılor” denilen özel bir ekmek ya da çörek yaparak, anne kızını ziyarete gider, onu davet ederdi. Gelin, baba evinde bir hafta kadar kalırdı. Gelini götürmeye damat gelirdi. Bu kayınbaba evine ilk gelişi olduğu için izzet ikram ağırlanırdı. Baba kızını ve damadını uğurlarken, onlara koç, toklu veya daha başka bir ağır hediye verirdi.
DOĞUM ADETLERİ.
Eskiden, özellikle köylülük yerlerde doğumu; "Pirık, Da Pir" denilen yaşlı, bilen köy ebeleri yaptırırdı. Ebe eve gelince gerekli hazırlıklarını yapar, bu arada kötü ruhlar girmesin diye damın bacasına bir kucak diken koydurturdu. Bir de damdaki loğu dikletirdi. Böylece komşuları bu evde doğum olduğunu anlarlardı. Evde hiçbir erkeğin kalmasına izin verilmezdi, ancak doğum bittikten sonra babaya ve büyüklere müjde götürülürdü. Bebek oğlan ise, hediye ağır olurdu. Kız ise, müjde için pek acele edilmezdi.
Doğum yapan kadın yatağının etrafına, her iki ucu yastığın altına gelecek şekilde bir kıl urgan(verıs) serilirdi. Yastığının kenarına bir dehre, bıçak veya başka demirden bir alet bırakılırdı. Kadın yedi gün süreyle her nereye giderse bu demiri yanında taşırdı. Doğum yapan kadın, birinci gün kesinlikle yalnız bırakılmazdı. Kadının boynuna küçük bir “hameli” denen, küçük boy Kur'an asılır, saçına da bir çuvaldız takılırdı. Tarladan getirdikleri temiz toprak önce kalbura vurulur, sonra kavrulurdu. Hülük denen bu toprağın bir kısmını annenin yatağının altına, bir kısmını da bebeğin kundağının altına serilirdi. Bir hafta boyunca geceleri evin ışıkları söndürülmezdi. Anne yemek yerken yanındaki çuvaldızı yemeğin içine kor, sonra tekrar saçına takardı. Yeni doğum yapan kadının ilk yemeği pekmezli yumurta kızartmasıydı. Kadın her eşikten geçişte mutlaka "Bismillah" diyerek geçerdi.
-
Kullanılmamış bir jiletle bebeğin göbeği kesilirdi. Bebeği yıkarken son dökülen suyuna tuz karıştırılırdı. Bebek bacaklarından tutulup, baş aşağı sallandıktan sonra dualar okunarak kundağa sarılırdı. Kundağının ipine, pasta büyüklüğünde yedi tane delikli küçük ekmek, küçük bir bıçak, bir hameli bağlanırdı. Üç ezan okunmayıncaya kadar annesi bebeğe meme vermezdi.
Doğumdan sonraki 7. günün gecesine “Heftek” denirdi. O gece aile bireyleri komşular ve akrabalarla birlikte nohut kavurur, şerbet yapıp içer, masal-hikaye anlatarak sabaha kadar nöbet tutulurdu. Çünkü nöbet tutmazlarsa, pirebotık, ve kötü cinlerin bebeklerini çarpacağına veya loğusa kadını dışarı çağırıp zarar vereceğine, "tevh" denilen kötü ruhların çarpacağına inanılırdı. Bunlar yapılmazsa bizden iyiler (cinleri kızdırmamak için söylenir.) gelir çocuğu değiştirir, yada annesinin ciğerini sökerdi. Morararak ölen her bebeğin ölüm sebebi “Heftek Çarpması” olduğuna inanılırdı. Bu tehlike 40 günlük “çelini” denen dönem süresince vardı ve bunun için tedbir alınırdı.
Ergani’de Hacı Sermet Subaşı ailesinde Nevse Nalı dedikleri kalınca bir mühür vardır. Doğum yapan kadınlar bu mührün basılı olduğu bir kağıdı başucuna koyarlar. Bu kağıt 40 gün asılı kalır. Böylece kadın Al-Karası ve kötü cinlerin şerrinden korunmuş olurdu.
Loğusalı kadın ve bebeğin doğumundan itibaren geçen 40 günlük zamana, kırklı “Çelini” denirdi. Bu dönem kadın ve bebek için kritik sayılırdı. Bir çelini kadının, başka bir çelini kadınla karşılaş¬maması gerekirdi. Şayet karşılaşırlarsa iğnelerini veya tokalarını değiştirirlerdi. Karşılaşmada ilk konuşan kadının bundan sonra çocuğunun olmayacağına inanılırdı. Hatta gurk olan tavuklardan bile uzak duru-lurdu. Kadının boynuna asılan bir kıl ipe, her gün bir düğüm vurarak günleri sayılırdı. Kırkıncı günün sonunda Çelini Suyu hazırlanırdı. Suyun içine 40 taş atıp, suyu kalburdan geçirerek bebek ve annesine banyo yaptırılırdı.
Çocuğu yaşamayan aileler yedi yaşına kadar kendi paraları aldıkları ile elbise alıp giydiremezlerdi. Yedi parçalı yamalı elbiseler giydirilirdi. Ya da dost ve akrabaları çocuğa elbise alırdı. Yedi yaşına kadar oğlan çocuklarının saçını kızlar gibi uzatırlardı. Yedi yaşını bitirince saçı törenle kesilirdi. Kesilen saç bir kefede, para bir kefede tartılırdı. Saçın ağırlığı kadar para çocuklara dağıtılır, saç da kuytu bir duvar deliğinde saklanırdı. Saç orta yerde kalırsa, birileri bassa çocukta baş ağrısı yapacağına inanılırdı. Tabi bu eski gelenek ve inanışlar, artık önemsenmiyor.
Nevse Nalı (Loğusa Möhürü)
HEDİK (DANUG) DÖKME ADETİ
Danug, nohut ve buğday haşlamasına denir. Bunun içine ceviz içi ve kuru üzüm (mevuj) karıştırılır. Bebeğin dişi ilk görüldüğünde hedik yapılıp dağıtılır. Böylece çocuğun dişinin kolay çıkacağına, zahmet çekmeyeceğine inanılır. Ergani ve çevresinde hedik çok önemsenir. Şöyle bir inanış yaygındır. Dişi çıkan bebek dermiş ki "Eğer annem ile babam diş çıkarmanın ne kadar zor olduğunu bilselerdi, hedik yapmak için evde odun bulmazlarsa beşiğimi bozarlardı, o da olamazsa, babam “mısas ”ını; annem “teşi ”sini kırar onunla pişirirlerdi." Bununla danug pişirilmesinin ertelenmemesi gerektiği anlatılır.
Geleneğe göre bebeğin dişini ilk kim görürse ona bir gömlek (köynek) alır.
Tören şöyle yapılır: Odanın ortasına bir sofra bezi serilir. Çocuk bezin ortasına oturtulur. Yedi tane genç kız başına hedik döker. Çocuğun önüne tarak, makas, kalem altın, boncuk, Kur’an-ı Kerim, ayna vb. eşyalar konur. Çocuk bunlardan hangisine önce elini atarsa büyü-yünce o mesleği seçeceğine inanılır. Örneğin makası seçerse terzi, boncuğu alırsa tüccar, Kur’an-ı Kerimi alırsa imam, altını alırsa zengin olacağına inanılır. Pişirilen “danug” hedik, önce dişi güzel birisine yedirilir sonra konu komşuya dağıtılır. Dağıtılan danug tasları boş dön-mez, ona çocuk için çeşitli yiyecek şeyler konarak iade edilir. Bazen evde aile arasında veya komşularla birlikte küçük bir eğlence de düzenlendiği olur.
KOSTEK KOPARMA ADETİ.
Bebek büyüyüp ilk adımını attığında, daha rahat yürümesi için kosteği koparılır. Bunun için mahallenin çocukları çağırılır. Bunların içinde, atik iki kişi seçilir. İyi olan koşucu, diğeri kovalayan olarak görevlendirilir. Bebek yere oturtulur, eteğine ceviz, “mevuj” denilen kuru üzüm, kesme, pestil, şeker vb. yiyecekler konur. İnce bir iple ayak baş parmakları birbirine bağlanır. Seçilen koşucu ipi koparıp kaçar, diğeri kovalayarak, evin etrafını dolanırlar. Bu arada kaçan çocuğun yakalanmaması, herhangi bir sebeple sendelenip, yere düşmemesi gerekir. Eğer bu çocuklar düşerse bebek de büyüdüğünde sık sık düşe-ceğine inanılır.
Kovalamacadan sonra toplanan çocuklara bebeğin eteğindeki yiyecekler paylaştırılır, topluca yenir. Böylece kostek koparılmış olur. Çocuklar da yeni bir oyun arkadaşı edinmiş olurlar.
SÜNNET VE KİRVELİK GELENEĞİ
Çevremizde Hz Muhammed'in sünnetine, kirvelik geleneği de eklenerek daha çok önemsenmiştir. Toplumda sevgi ve saygı bağını güçlendirmede kirvelik geleneği büyük bir işlev görmektedir. Arala-rında herhangi bir kan bağı olmayan aileler kirve olurlar. Kirve olarak, daha çok ağa ve aşiret reisleri, zengin veya nüfuslu etkin kimseler tercih edilir. Son yıllarda mülki amirler, jandarma komutanları ile kirve olma isteği artmıştır. Aşiret reisleri kendi aşiretindeki insanlarla kirvelik yapmazlar. Kirve seçilirken mezhep ve etnik farklılıklar göz önünde bulundurulmaz. Bölgedeki Yezidi, Hıristiyan ve Yahudilerle rahatlıkla kirve olunur. Bunun için olsa gerek eskiden bütün Ermenilere “Kirve” diye hitap edilirdi. Kirvelik yoluyla aileler, aralarındaki sevgi, saygı ve dostluk bağı daha da güçlendirirler. Kirveler "Kanımız eteğine akmış-tır” diyerek biri birleri için ne kadar değerli olduklarını anlatırlar. Kirvelik birçok durumda akrabalıktan önde gelir. Öyle ki kirve aileler birbirlerine kız alıp vermezler. Kirve olan ailelerin tüm bireyleri birbirine "kirve (kiriv)” diye hitap ederler. Bu sözde büyük bir samimiyet, sevgi ve haz duyarlar. Eskiden kirvelik geleneği çok önemsenirdi. Kirveler birbiri için karşılıklı büyük fedakarlıklarda bulunurlardı. Zamanımızda bu güzel geleneğin toplumdaki etkisi zayıflamıştır.
Ergani ve köylerinde çocuğunu sünnet edecek aile, kendilerine kirve olarak uygun gördüğü kişiye teklif götürülür. Genelde bu teklif kabul edilir. Kirve sünnet düğününe gelirken düğün yemeği için bir hediye ile gelir. (Bir küçükbaş hayvan veya bir torba un şeker gibi) Genelde ailenin erkek çocukları hep birlikte sünnet ettirilir. Eskiden değişik yerlerden kirveler çağırılırdı. Davul- zurnalı güzel bir düğün yapılır, eğlenilirdi. Kirveler birkaç gün misafir edilirdi. Dengbejler dinlenir, sohbetler edilir, izzet-ikram ağırlanırlardı. Sünnetlerde mevlit de okutulurdu.
Çocuk sünnet ettirilirken kirvesinin kucağına oturtulur. Bu sırada ilahiler okunur tekbirler getirilir. Çocuklara "Bak bak tavanda ne var! " diyerek dikkatleri dağıtılır. “ Bir şey yapmayacak. bılona boncuk takacak” diyerek avutulur. Sünnetten sonra ağlayan çocuğun ağzına şeker- lokum konur. Sünnet edilen çocuk sayısı tek olmalıdır. Şayet ço-cuk sayısı çift olursa ya bir akraba çocuğu daha sünnet ettirilerek tek hale getirilir, yada yerine bir erkek kuzu kurban edilerek sayı tek edilir. Kirve eve dönerken çocuğun yastığının dibine para bırakır.
Aradan 1-2 hafta geçtikten sonra tekrar küçük kirvesinin ziyaretine gelir; ona elbise oyuncak vb. şeyler getirir. Bu ziyarete müte-akip çocuğun ailesi de hediyeler alarak kirvelerinin evine ziyarete gider. Daha sonra da bu karşılıklı ziyaretlere devam edilerek kirvelik bağı güçlendirilir.
ÖLÜM-TAZİYE ZİYARETLERİ
Ölüm olaylarında yakın çevrenin hepsi, ailenin üzüntüsünü paylaşmaktadır. Sala sesini veya ölüm haberini duyan çevre sakinleri ölü evine gelir. Aralarında işbirliği yaparak mezar kazma ve ölü yıkama işlerini yaparlar. Ölü ailesine hiçbir iş yaptırılmaz. Mümkün olan en kısa zamanda ölü defin edilmeğe çalışılır. Gerekli dini vecibeler yerine getirilerek ölü cemaatle evden alınıp omuzlarda taşınarak mezara götü-rülür. Herkes bu sevaba nail olmak için çaba harcar. Ölü gömülüp telkin verildikten sonra, cemaat topluca fatiha okuyarak mezardan ayrılır. Bu sırada ölmüş adamın bir yakını mezarın başında bekler. Çünkü şöyle bir inanış vardır; (Ölen kişi öldüğünün farkında değildir. Cemaat mezardan ayrılırken o da hareketlenir, kalkmağa çalışır başı musallat taşına değer. O zaman anlar. "Ha ölen benmişim" dermiş.) Bu durumda fazla kork-masın diye bir süre mezarın başında beklenir. Mezardan ayrılan cemaat topluca ölü evine gelir. Burada da fatiha okunduktan sonra başsağlığı dilenir. Artık ölü evinde yas başlamıştır. Taziye genellikle bir hafta sürer.
Ölünün maddi durumuna göre ya da vasiyetine göre, fakirlere "İskat" parası dağıtılır. Büyükbaş bir hayvan kesilerek kazanlarda yemek pişirilir. Misafirlere ve komşulara dağıtılan bu yemeğe “Bergorn” denir. Bazen de kavurtulmuş un ve şekerden yapılmış “Helaviya Mıriya” denilen ölü helvası dağıtılır.
Yasa gelenler önce fatiha okur, sonra başsağlığı dilerler. Taziyede fazla oturulmaz. Kalkarken yine fatiha okunur. Allah’tan sabırlar dileyerek ayrılır. Yas süresince gelen misafirlere ölü evinin akrabaları tarafından hizmet edilir. Gelenlere çay ya da kahve ikram edilir. Bir tepsinin üstüne açılmış çeşitli sigaralar sunulur. Dışarıdan gelenlere veya yemek saatine tesadüf edenlere yemek verilir. Yas süresince ölü evinde yemek pişirilmez. Konu-komşu ve akrabalar tarafında hazırlanan yemekler yenir. Dışarıdan gelenler koyun-keçi gibi küçükbaş hayvanlarla, veya bir torba un, bir torba şeker, bir teneke yağ gibi gıda maddelerini getirirler.
Taziyede erkekler ve kadınlar ayrı yerlerde toplanır. Kadınlar tarafında ölü için ağıtlar yakılır. Ölünün yakını kadınlar kara bağlarlar. Ölünün annesi ve karısı uzun süre ya kara bağlar ya da boncuksuz tülbent örter. Karayı kaldırmak için, aileye çok yakın bir dostun hanımı oyalı bir tülbent hediye ederek; örtmesini sağlar. Böylece kara bağlama biter.
Ölü için 40 gün süreyle Kur'an okunur; buna "Ğıtım" denen hatım indirilir. Kırkından sonra mevlit verilir, helva dağıtılır; buna “Kırkını çıkarmak” denir. Ölüm olayından sonra gelen bayram, o ailenin kara bayramıdır. O bayram günü de ölü için ev ziyaretine gidilir. Her perşembe günü akşamı ölüler için yemek çıkarılır. Yoksul ailelere yemek götürülür. Buna “Nane Şeva İni ye” denir.
YENİ YIL KUTLAMALARI (SERSAL)
Ergani'nin köylerinde yeni yıl törenleri 13 ocakta yapılırdı. Çünkü doğa olaylarını yorumlamada Rumi Takvim esas alınırdı. Eskiden sersal şenlikleri bir hafta kadar sürerdi.
Birkaç gün önceden küçük çocuklar dam başlarına çıkıp torbalarını bacalardan sarkıtarak “sersal” diyerek yeni yıl hediyesi isterlerdi. Ev hanımları torbalarına, pestil, kesme, ceviz, vb. yiyecekler koyarak onları sevindirilirlerdi.
Gençler, buk û kose yapıp, gece evleri dolaşırlardı. Bu gösteri için, içlerinden henüz sakalı çıkmamış bir delikanlıya kadın elbiseleri giydirip süsler ve yüzünü örterek, “Buk” yaparlardı, adı Fatık olurdu.
Bir gence de, yünden sakal ve bıyık yapılırdı, başına uzun bir “koloz” denilen külah takılırdı, karnına bez doldurulup, göbeği şişirilirdi; eline bir “gopal” denilen yaşlı değneği verilip; yüzünü isle boyayarak, "Kose" yapılırdı.
Başka bir gence değişik kıyafet giydirilir, göğsüne bir tabak yerleştirir, başına bir sarık sarılır, yüzünü sac isi ile boyanır, eline uzun bir çubuk (rewt) verilir, "Zeğem" olurdu.
Bir arkadaşları kaval çalar “Bılurvan”, biri de eldefi ya da leğen çalar, ”Erbaneci” olurdu. Bunlar da tanınmamak için yüzünü boyar, elbiseleri değiştirilir, başlarına puşu sararlardı. Öyle ki kendi evlerine gittiklerinde bile tanınmazlardı. Böylece sersal kafilesi oluşurdu.
Sersala gece vakti çıkılırdı. Ayaklar yere vurularak evlere yanaşılırdı. Kapıdan girerken aşağıda belirtilen maniye benzer maniler söylerlerdi.
“ Sere sale bıne sale,” Yılı n başı, yılın sonu
“Xwedé kurki, bıde vé malé,”Allah bu eve bir oğlan versin
“Ka geşta vé malé”Hani bu evin hediyesi
ya da
“Seré salé, bıné salé,” Yılın başı, yılın sonu
“Pir bu qurbana kalé.”Nine dedeye kurban oldu
“Kané geşta vé malé”Hane bu evin hediyesi
Söze Zeğem başlardı: "Vallah adamımız, bu gördüğün güzel Fatık'ı kaçırmış. Ailesi arkamızda, bizi kovalıyor. Biz senin ocağına sığındık, Fatık'ın başlığını ver ki barışalım.”
Ev reisi: "Bu iş kolay, siz hemen düğününe başlayın" derdi.
Bundan sonra, çalgıcılar çalar, buk ile kose oynarlardı. Evin gençleri gelinin etrafından dolanır ona el atmaya çalışırlardı. Zeğem sopasını sallayarak, Fatık'ı yabancı erkeklerden korurdu. Bir süre oynadıktan sonra kose bayılır, yere yıkılır; Fatık üstüne kapanıp ağlardı.
Zeğem bu sefer de "Bak senin yüzünden bir yiğidimiz öldü!. Çabuk kan parasını çıkar!" derdi.
Ev sahibi çaresiz bahşişlerini verirdi. Para olmazsa pestil kesme ceviz gibi yiyecek şeyler de kabul edilirdi. Ne kadar cimri olursa olsun ev reisinden bir şey koparılırdı. Tüm çabalara rağmen kendilerine bir şey vermeyen evlerin avlularından çıkarken, kümesten bir tavuk çalınırdı.
Böylece bir evden diğerine, bir köyden diğerine dolaşarak sersalı gönüllerince kutlarlardı.
Ne yazık ki bu otantik eğlenceli gelenek günümüz gençliğine aktarılamadı.
BAYRAM KUTLAMALARI
Eskiden Ergani'nin köylerinde, bayrama iki gün kala çamaşırlar yıkanır, evin genel temizliği yapılır. Bu güne “Rova çeka” yani çamaşır günü denir. Arafe günü, ekşili ekmeğin üstüne yumurta pekmez un karışımı tatlı bir bulamaç sürülerek, özel bir ekmek olan “Kılor” yapılır. Bu güne de “Rova kılora” yani ekmek günü denir.
Aileler halalarını, bacılarını, evli kız çocuklarını bayram için davet ederler. Buna (Ban zeriya kırın) denir.
Bayram günü geceden kalkan kadınlar, etli yemek, hoşaf ve pilav hazırlarlar. Bayram namazından dönen erkekler, beraberinde getirdikleri misafirlerle birlikte hazırlanan yemekler yenir.
Evde bayram kutlamalarına yemekten sonra başlanır. Daha sonra yaşlıların ziyaretine gidilir. Eş-dost, akraba ve komşularla bayram-laşılır. Bu ziyaretler çok önemsenir. Büyüklerin ziyaretine gidilmedi mi alınıp, gönül korlar. Mezarlığa giderek yakınları için yasin okunur, çocuklara şeker dağıtılır.
Eskiden, köyün genç kız ve oğlanları, köy meydanında toplanarak, türkü söyler, kaval çalar, halay çekerlerdi. Bayramlar toplu bir eğlenme günüydü.
Bu güzel geleneklerimiz ne yazık ki günümüzde yeterince yaşatılmıyor.
İLK SAĞIM (BERİ) GELENEĞİ
Kışın soğuk günleri bitip de, otlar boy vermeğe başladığında, koyunların sütü bol olur, sağıma gidilir. Yabanda koyunları sıraya koyup topluca sağma işine "béri", sağımı yapan kadınlara da “berivan” denir.
Eskiden Ergani çevresinde ilk sağımla ilgili çok güzel bir gelenek vardı.
Berivanlar, birkaç gün önceden sarı kırmızı, yeşil ve beyaz renklerin burulmasından ipler hazırlarlar. Bu iplere: kespık, darık, (mori) denen boncuk, (özellikle mavi boncuk), nazarlık, bir bezin içine buğday taneleri ve diken koyarak bağlar; başka bir bezin içine köpek pisliği sararak o da bağlanırdı. Hazırlanan bu üç tılsımlı iplerden bir tanesi süt sağılan bakracın etrafına sarılırdı; biri süt konulan tuluklara (eyaşirık) bağlanırdı; diğerini de ayran yaydıkları tulukların ağaçlarına (meşk-lolep) bağlanırdı ki, nazar değmesin.
Berinin ilk günü için, berivanlar çobanlara özel yemekler hazırlayıp götürürdü. Bir de nohut ve buğday karışımı haşlama olan (danug) yapılırdı. Bu danugdan berivanlar ve çobanlar yerdi, bir de sürünün üstüne serperlerdi ki, sütleri bol olsun. Beraberlerinde götürdükleri bir baş kuru soğanı, beri yapılan yerde süt sıtılının altına gömülürdü.
Üç gün süre ile aynı yerde oturup sağım yapılırdı. Bu soğan orda yetişip büyüyünceye kadar kimse karışmazdı.
Beriye ilk gelen koyuna kırmızı bir püskül (gülık) takılırdı. Bu püskül, koyunun yünü kırkılıncaya kadar sökülmezdi. Püsküllü koyun, sürünün en sevgili koyunu olurdu.
O gün sağılan bütün süt, mayalanıp yoğurt yapılırdı. Bu yoğurt köyde katığı olmayan evlere dağıtılırdı. İlk sağımdan yapılan yoğurt yayılmazdı, yoğurt olarak tüketilirdi.
YAĞMUR DUASI (Bukılber)
Ergani’de ilkbahar mevsimi kurak geçtiği zaman, cami cemaatı ve halk, imamın öncülüğünde cuma günü namazdan çıktıktan sonra makama dua etmeğe çıkılırdı.
Namazdan önce, bir dul kadının öncülüğünde gençler mahalle, mahalle dolaşılırdı. Gittikleri her kapıda
“Allahtan yağmur isterem
Petekten (Kewar) bulgur isterem
Çemçe çemçe yağ isterem.”deyip topladıkları yiyeceklerin bir kısmı pilav yapmak için makama götürülür, geri kalanı da dul kadına verilirdi.
Şehirden yedi öksüz çocuk çağırılıp, beraber götürülürdü. Onlara daha önce aldıkları elbiseler ayakkabılar orda giydirilirdi. Toplanan yiyeceklerden orada yemekler yapılır, karınları doyurulurdu. Sonra öksüz çocuklarla beraber topluca namaz kılıp dua edilirdi.
Köylerde ise bir küreğe (+) olacak şeklinde bir çubuk bağlanıp; ona kadın elbisesi giydirilerek gelin yapılırdı. (Bukılber) Yaşlı dul bir kadının başkanlığında toplanan köyün gençleri ve çocukları, bu gelini kapı, kapı dolaştırırlardı.
Gittikleri her kapıda “Bukılber e, baran ğer e” derlerdi Ev hanımı da Bukılber”in başına bir tas su döker, dul kadının torbasına bulgur, çorba un, tuz vb. yiyecek şeyler koyardı. Böylece bütün köy gezildikten sonra toplanan yiyeceklerin bir kısmı yemek yapılır hep beraber yenirdi.
Diğer yiyecekler dul kadına bırakılırdı. Böylece hem çocuklar sevindirilmiş olur, hem de dul kadına yiyecek temin edilmiş olurdu.
Yağmurun yağmasını sağladığına inanılan daha değişik batıl inançlar da vardı. Bunlardan bazıları:
Çiftçiler tosbağayı sırt üstü ters çevirir ya da ayaklarından asarlardı. Kurban “Borak” kemiklerini çeşmeye atılırdı. Dul kadının donunu çalıp suya atarlardı. Kırk kel adamın ismi sayılıp. bir ipe kırk düğüm atılıp, havuza atılırdı.