BEN AZİZ BİR ADAM DEĞİLİM
Nasıl bir yürek taşıyorsun?
Hiç vicdan yok mu sende?
Pazartesi, Salı, Çarşamba…
Bir kez olsun bile aramadın.
Tüm gün, tüm gece boyu,
Telefonun çalmayan sesini dinledim.
Beynimde tek bir noktaya kitlendim.
Senden başka orda kimse;
Yoktu,
Yoktu,
Yoktu,
Allah biliyor ya;
Seni imanım gibi sevdiğimi
Uğruma ölecek anam kadar güvendim
Ne zamandan beridir aşk yasak oldu?
“Bana aşık olma” diyorsun
Merak etme sen, rahat ol
Dünyada tüm nesneye
Karafatmaya aşık olurum
Ama sana;
Olmayacağım,
Olmayacağım,
Olmayacağım,
Bana artık yasaklı bir elma oldun
Dokunursam eğer, yeryüzünün
En lanetli ademin çocuğu olurum
Ne istedin benden ve yüreğimden?
Bana öyle bir dert verdin ki;
Allah düşmanıma bile vermesin.
Her zaman üzgün her zaman dertli:
Senden ayrı bir tek nefes alamazken,
Bir dakika bile ayrı kalamazken,
Uzaklık, suskunluk, ayrılık kaderim oldu.
Artık aramıyorum “nasılsın? ” sormuyorum
Sormuyorum. Çünkü kendimde değilim.
Ben aziz bir adam değilim ki,
Sehiv aciz bir muhtacım.
Seni o kadar seviyorum ki;
Benim gibi ol diyemiyorum.
Benim gibi ilk sakala değmez!
Saçlarına karlar düşer,
Uykuların firar eder,
Yüreğin mengeneye girer
Göğsün sığmaz içine
Üstü açık yatakta bir tabut gibi kalırsın
Alnında sildiğin terinle yalvarırsın
'Allah' ım bir an evvel ecelimle al beni'
Seni o kadar çok seviyorum ki...
İşte bu yüzden, bu yüzden benim gibi ol
Diyemiyorum,
Diyemiyorum,
Diyemiyorum,
Oysa ben hiç aşık olmadım ki
Sadece-sadece çok sevdim
BİTMEZ SEVDA
hurdahaş olmuşum
hazal gibi ayağına çabuk
ölümü yanımda taşıyorum
sen yanımda iken
vız gelir bana
toz silkeler gibi
ölümü savuşturuyorum
nisanımın ebedi kümbeti
vay memleket, vay yavri, vay dağlar
seni nebati çiçekler içinde düşlüyorum
resimlerinle yetiniyorum
bu şehri kafama
seni de, yavri
kocaman yüreğime koymuşum
GÖZÜM İSTANBUL
Biri birimizi yarılamış
Vahit bir elma gibiyiz
Kavuşurken
Cennetten bir parça çaldım göğsünden
Sen hariç hiçbir şey doyumsuz değil
Bütün her şey bir görüntüne bedel
Ağır roman
Nobran rüzgâr
Galiz para
Bağdat yolu trafiksiz
Kısaca her şey çok güzel
Önceleri hiç şirin, candan,
Sıcak gelmemişti etrafım
İstanbul, taşın toprağın altın olsun
Beni de susturdun, eyvallah!
Gökyüzü kadar bahtın açık
Denizler kadar yerin geniş olsun
O yari bağış yaptın ya bana
İki yakandan öperim
Eyvallah gözüm İstanbul
BEN YAKIŞACAK ADAM DEĞİLİM
Yapma delal
Ben sevilecek adam değilim
Bilmiyorsun sen yaşadıklarımı
Benim uykuda paniklerim var
Telaşla kalkarım, şaşırır, korkarsın
Acılarımı dinlerken kulaklarını kaparsın
Bakma benim yakışıklı sohbet edişime
Birazdan güneş batacak kabuslarım başlayacak
Ben yanına yakışacak adam değilim
Siyatiğim var
Baş ağrım var
Geçmişten gelen hesabım var
Gözleri kapalı yargılanmışım
Bu yüzden ben geceleri
Anlamsız sorgu sual içindeyim
Anlamazsın sen birçok şeyimi delal
Aklın ermez senin bunlara
Vazgeç, ben seveceğin adam değilim
Yüreğimde kızılca kıyamet var
Birini duysan, ellerinle çeneni kaparsın
Ağlamamak için kendini zor tutarsın delal
Ben sana yakışacak adam değilim
Sen fide
yirmi beşinde bile değil
Daha yirmi birindesin
Baharın nevroz aylarında
Açmamış gül tomurcuğusun
Kıyamam ben sana delal!
Ben geceleri sevilecek adam değilim
Bütün acılarımı dişlerimde sıkarım
Zor akşama atarım kendimi
Sarhoşum, içmezsem sızılarım geçmez
Kahrım çoktur hiç biri bilinmez
Ben senin yanında kalmayı
Yar diye bağrıma almayı
Ah! Halvet kalmış kollarıma sarmayı
İstemez miyim delal?
Dolunay bakışı altında
Sarmaşların dibinde çay içmeyi
Seninle romantik bir havada el ele
Deniz kıyılarında dolaşmayı, istemez miyim?
Bütün bunları kaçırdım ben delal
Ben bunları yaşamasını bilmem
En olmadık yerde siyatiğim tutar
Kahrolası belime sancı düşer
Betona çarpar yüzüm
Fitil fitil olurum
Ben zaten yanmışım
Sende yanarsın delal
Vakit henüz varken
Yaklaşma!
Çek!
Kurtar kendini
Sen güzelsin delal
Kalbi altın dolu
Narin, naif bir yüreksin
Cemaline yakışır prens bulur seni
Sana ölmeye bile değer değilim
Ben sana layık adam değilim.
DİLEK TUTUM
bir dilek tuttum
şu an seni
bir sokakta yürürken
Bir masada sohbet ederken
Veya mutfakta yemek yaparken mi?
Ben acaba SENİ nerede tuttum?
ALNINDA TOPLANIR DÖKÜLEN ZÜLÜFLERİN, SÜZÜLÜR ŞELALE GİBİ YANLARINDAN BUKLELERİN. ORMANIN İÇİNE KAYAR YEŞİLE BAKAN GÖZLERİN, KAYIK GİBİ GEÇER ÖNÜMDEN
YAYDAN GERİLİ KAŞLARANIN DİPÇİGİ ALTINDA
KİRPİKLERİNİN GÖLGESİNDE, SİNEMİM ORTA YERİNDE VURULUR, UZANIRIM
ELAMCIK KEMİKLERİNİN TABAĞI ÜSTÜNDE, SANA BİR DİŞ ELMA DEĞEYDİ DUDAĞIM . YANAYDI BAĞRIM ISIRGAN BARUTU GİBİ, DOKUNAN YERİMİ YAKAYDI, CAYIR CAYIR TUTUŞAYDIM
SENİ GÖRDÜĞÜM GÜNDEN BERİ
YÜREĞİ YARALI BİR ŞÜVALYE GİBİ
AÇLIĞINDA KIVRANAN BİR DİLENCİ OLDUM.
SEN MEMLEKETİMDEKİ YÜREĞİN İYİLİK VE BEREKET TANRİÇASI FRÜYA. BENİ SEVGİNLE AÇ KOYMA.
NİYE SEN GÜLÜNCE, GÖKYÜZÜ AÇILIYOR? GÜLÜMSEYİNCE GÜNEŞ SAÇILIYOR.
YAYLALARA, KURUYAN HARMANLARA BEREKET GELİYOR.
PROLETERİN EVİNDE BİR BAYRAM HAVASI, SORMA
HANE HALKI SENİ MERAK EDER.
AYNI YÜREKLE DUALAR EDER
SAYENDE ÇOCUKLAR EKMEK YİYER, YUDUM YUDUM ŞERBET İÇER. OYUN OYNAR.
UÇURTMA UÇAR, ŞU DAĞLARIN ARKASINDAN, HALAYIN ZILGIT SESİ GELİR
BEREKETLİ VE SEVDA YÜREKLİ BİR ŞEHRİN DOĞACAK GÜNEŞİ
BAK YÜREĞİM TİTREDİ! NÖBETİM GELDİ. TUTUN BENİ DÜŞERİM ŞİMDİ. BİR YAMAÇTAN İNER GİBİ, BAŞIMDAN AŞAĞIYA KAYAR BU SEVDA BENİM. DÖKÜLÜR ELLERİMİN ARASINDAN , PARMAKLARIMIN UCUNDA ŞUH TUTARIM SENİ. ÖYLE ÜRKEK OLUYORUM Kİ, ÜRYAN GİBİ, TİTRİYORUM DÜŞERSİN DİYE... O AN KAFADAN BİRİ, HÜT DESE! ÖDÜM KOPAR. ELİMDEKİ CİĞARA GİBİ YANARIM.
YA O ELLERİNİN, HAVADA UÇUŞAN AHENKLE DANS EDİŞİ , NEFESİNLE HAVAYA KARIŞAN MÜKEMMEL SESİNİN SENFONİSİ, HELE GÜLÜMSEMENDE, HELE GÖZLERİNDE GELECEĞE AÇILAN MUTLULUĞUN PENECERESİ,
DAĞITIRSIN BENİ
YÜREĞİMDE. İKİ YANA AÇILIR KAFES KOLLARIM. KUŞ OLUR ÇIKARIM, GÖKYÜZÜNE UÇARIM. SARHOŞ BULUTLARIN ARASINDA , GÖK MAVİSİNDE UZANIRIM.
SENİ KEÇİ İNADI. BİLİRİM. SEN İYİ BİR RESSAMIN, FIRÇA ATAN USTA RENGİSİN. BOZARSAN BAHTİYAR TABLOSUNU,
KOŞARIM ÇIPLAK AYAĞIMLA. KARŞIKİ TEPEYE. ÇIKARIM UÇURUMUN EN YÜKSEGİNE. SIKARIM TEK TEK NAMLULARI HAVAYA.
SEN GELMEZSEN, BEN EŞKİYA, BİR YILDIZ GİBİ SÖNERİM. GİDERİM.
SENİ GÜNEŞ ALTINDA ZIPLAYAN TAVŞANIM,
FARI SÖNDÜRÜR, KARI ERİTEN GÖZLERİN.
GÜNDÜZDE GÜNEŞ, GECEMDE STARIM OL
ÜŞÜRÜM, KORKARIM, KARANLIKTAN;
YILANDAN, ECELDEN DEĞİL HA..
SENİ BİRGÜN YİTİRİŞİMDEN.
CAN YOLDAŞIM
Sen kurak toprağıma
Su gibi, yüreğime hoş geldin
Bereket getirdin
Cennet mekânıma
Dicle nin serin suyuna
Babil in çarşı merkezine
Hevsel e, kırklar dağına
Çadır açtım keçi kılından
Görsen on gözlü köprüyü
Etrafı bedenlerle sarılı
Açık müze şehrimin
Ve Dicle vadisini
Siyah pul pul zemberekler düşer
Gözün alabildiği mor dağlarda
Kahpe dümenler döner
İçinde seni bir avuç su gibi
Kana kana içsem
Çeksem içime
Nefes gibi beş dakka tutsam
Bırakmasam avuçlarımda
Haran' dan geçerken
Bir dilim tandır gibi diledim seni
Zordu sensiz geçen yollar, çetin cevizdi
Kominal yaşamın içinde değildi hiç her şey
Küsmüştüm kendime
Ve bana ait olmayan kaderime
Bıçak gibi vurdun ikmizin sırtına
Dolunayda seni dilek tuttum
İçimde arsız bir istek var
Bastıramadım baskın gelen geceleri
Kopardılar seni sabah nazlı uykumdan
Üzerime ferman geldiler
Sardılar etrafımı
Kıskanca alındı duygularım
Senden uzak
Sürgün bir şehirde
Kendi halimde
Seni taşıyorum
Arkadaşım can yoldaşım
Kisven değer alnıma
Terler saçımın en dibine
Kedi yavrusu gibi
Öyle muhtacım ki
Seni gözlerimde tutuyorum
Bu yüzden hiç uyumuyorum
RESMİNİ YAPTIM
Senin hatem görünen yüzüne değil
arz eden endamına da değil
seni yüreğinden yazdığın
parmak tuşlarının
ince kesik attığı
çizik duygulardan yaptım.
yüreğime aldım seni
hasretime, düşlerime.
bilemezsin sen
çoğu zaman yerinde otururken
konuk oluyorum sana
günün herhangi bir anında
bütün -yok- ısrarlarıma mağlup oluyor
peki diyorsun
seni alır
yaban güllerin olduğu
bol yılanlı
tenha cilo dağı'na çıkarım
yamaca yaslanır gibi
bir de sarılırdın bana
kara yılanın dansını izlerken
sen
kırmızı gül
beyaz güller içersinde
başın avuçlarında düşünürken
seni yerinden alır
mor menekşeli
kır çiçekli
benim gibi başında yeller esen
küçük tepelere çıkar
oyun yapardık
az hantalım diye
gülüşürdük
sırf bu yüzden
eğilir
sen atlardın üzerimden
sonra...
yarış yapardık
at gibi koşuşurduk
pınarın cılız aktığı dere yatağına doğru
çatlayan dudaklarına
su emziriyorum avuçlarımda
ıslanırdı avucuma düşen zülüflerin
şebnem olurdu,
yıldız doğardı
ve kopardım.
bilmem seviyor musun diye
üç kağıt çeker gibi
fal açtım papatyalardan
ilkinde seviyor,
ikisinde ise sevmiyordun
yıkıldım
devrildim toprağın yeşil örtüsüne
çiçeği düşündüm
sonra tepeyi
suyu,
yarışı
ve sevdamın
hûlyalı vadisini
hırslandım!
gökyüzünü aldım sırtıma
indim şehrin suruna
başım eğik
sol kaşım düşük
omuz dik
az deli
çok doluyum
dağkapı
çiftkapı' dan
ofis'e gideriken
gördüğüm her kaldırım taşına
zulamda sakladığım
resmini vuruyorum
tunçtan mamul bıçağımla
kenar ağaçlardan
çerçeve yapıyorum
asma yaprağından
gül işliyorum
güzel olsun
yakışsın
şık olsun diye
ağacın, çivi vurduğum her dalına
seni çiziyorum
siyah / beyaz yaprağına
ben seni
öyle tırro vırro gibi değil
DİYARBEKİR' li gibi sevdim
uzaklarda
yasaklarda
ve tenhalarda
kimseler bilmesin
parmak yarasına benzemez
yürek yarasıdır
istedim ki...
bir tek sen bilesin
lê...keçâmın
SAVUR KIZIL SAÇLARINI
Feryadım, sesim
kızıl erik fırtınam
Savurdun yellerini
Duvaklarını
Gonca güllerini
Saçların fırtına savurur
Yüzünde bir şehrin kayıp kenti
Harmanım yakılır saman kokar
Saçların talaz koparan Dicle gibi nazlı
Dökülür omuzlarının eteklerinden
Gülümser karaca dağ
Kucaklar seni zozan
Suyolu bekler çorak vadiler
Kurumuş yürekler hasretle
Bir içim seni bekler
Oy kızıl erik fırtınam
UNUTMAYA DAİR
Yaşanan hiç bir şey unutulmuyor. Acı ve tatlı, hüzün ve üzgün bir anı olarak bilinç altımızda saklanıyor. Ve zaman zaman; hiç sebebini bilemediğimiz bir nedenle, en olmadık yerde, en zayıf anımızda, yakalar bizi. Alır götürür bilinmeyen ötelere. Benim ne işim var; uçsuz bucaksız bu yerlerde. Dedirtir gibi.
Ah! İçimiz nefesimize çekilir: keşke öyle olmasaydı her şey. Veya böyle yapsaydım da; şu an başıma gelen bu dertlerin belki de hiç biri olmayacaktı. Diye de, içlenmediğimiz hani olmuyorda değil. İyisi mi bir şeyi bu gün yaşamak gerek. Yaşamak andır. Yirmi dört saat bile değildir. Kanlı canlı olmak. Öyle ki son bir ihtimal daha olmasın. (kullansaydım demesem.)
Eğer seviyorsan, elinden geleni yapacaksın; ama olur, ama olmaz.
Sevgi kimine göre; pis ve çirkindir. Övünülecek bir tarafı yok. Sevdiğin yanında olmazsa. Elini tutmaz, karşılık vermezse vay yavrum vay…Al başını git. Bir daha arkana bakma sakın gelir diye; Kaybedersin. Hemde üzerindeki doğmuş hakları olanlarından daha büyük bedelleri kat kat fazlasıyla vereceksin. Biraz daha koyu versen burnundan öeyeceksin
Afalar gibi olursun; tökezler ayağın. Kaşların yukarıya çekilir, gözün en arkaya saklanır. bir elin dizinde, bir elin yerde, gözlerin boşlukta; sakın gelir diye bekleme
Çünkü o artık gelmeyecek. O,o an ya biriyle sohbet ediyor.
Ya da kavalyesinin kollarında, en mutlu dakikalarını dans ederek geçiriyor, ya da o; gümüş havaya bürünmüş, bir atmosfer içinde, sende değil, camda özlediği özlediği hayatı getirecek prensi bekliyordur. İnsanın yok mu? Şu bin bir hali. Vay yavrum vay! Sen yinede bekleme, al başını çık çemberin dışına. Sen kaldıkça yaran daha da derine iner. Benzin solar, ağrı girer başına. Neden? Neden bütün bunlar? Diye kafanın etini yersin. Haykırmamak için bütün gücünü dinamit gibi toplarsın içinde. Bu kimin umurunda ki? (Sen yinede bunları bil) Bakma binlerce ordu var arkanda. Seni un ufak etmek için tozu dumana katarlarda gelirler. Bakmaya vakit yok. Nasıl düştüysen öylede kalkmayı bilmelisin.
Saf narin duyguların annenden evvel hiç kimsenin olmamıştı. Yoktu duyguların gördüğün birine verecek. Yeni bir bebek gibi doğmalısın. Yeniden ya sabır deyip emekleyeceksin. Sonra kalkmanın sarhoşluğu içinde koşacaksın. Koş koşa bildiğin kadar. Özgürsün. Rüzgarı tut. Yüzünü yalasın. Bir önce ki attığın adımı arkanda bırak; düşünme.
Bırak o dökülenleri ve düşenleri. Ancak o zaman hürsün
BERİVAN
peştamalı yanda sarılı
dolanır kara dağları
sever koyun kuzuları
berilerde süt toplar
yokluk ovasının bereketi
bekçisi, evimizin hanımı
Mezopotamya’nın furyası
çocukların gürbüz doğar
canların bir derede akar
berivan, anamız, avradımız
kışta kıyamette üşenmeden
elleri tezekten kömür üreten
ağustos böcekleri altında
ateşler içinde yatar berivan
sert göğsü yumuşayı verir
acılara afakanlara salınır
bebeleri geldikçe usuna
dağılır önüne çıkan dağlar
yer kaçar, zehirli yılanlar
gönlümüzün bukağı berivan
eline kına sürmemişler berivan
seni şarkılara beste etmişler
dağların kenger kokulu gül yari
şark çıbanı, uykuda yakalar seni
dert yakar yüreğin, volkan kaynar
şerefe kalkan kadehlerin sesinde
adın menzil dağlarında kurşun sıkar
ateşler içine düşmüş cayır cayır yanar
senin yüzün güneşi söndürür berivan
berivan dağların altında ilham akan
kurumuş ekinlerin yüreğine su döken
düşmüş ateşler içinde hasta berivan
sanmasın kimse berivan ölmeyecek
mor dağların zirvesinde bahar
dikenlerin içinde gül kalacak
GÜL CEMALİN
Kepir ağaçların arasında
Gözlerin uzanır ormana
Kısalan gündüzlerin içinde
Dar gelir geceler bana
Güneş düşer dipsiz kuyuya
Giden gelmiyor bir daha
Seni görünce içim kıpırdıyor
Günün sıcak ilk ışığında
Yüzüm, dağa değen güneş gibi açılıyor
Yakışıyor sana güzelim
Karı eriten gözlerin
Senin bu gülüşün var ya
Sis perdelerimi aralar
Dağıtır kara bulutları
Gül cemalin solmasın
Sana gülmek yakışıyor
SENİN GİBİ SEVEN OLMALI
Bir bilsen ne frapan gecelerde
Buz gibi soğuk yüreğimi ısıttın
İnsanın senin gibi bir seveni
Bir de ürkünç kederi olmalı
Dostum arkadaşım demeli
Elini tutmalı, yüzünü görmeli
Yalnızlığında sığınacak bir liman
Ağrıyan başının altına dizini koymalı
Tuttum seni sakladım yüreğimde
Benim naçar yüreğim ölgün olur mu?
Dünyada olmasan bile
Bu sevgi ölür mü?
Gelmez miyim?
Arkandan
Hemen arkandan;
Ateş soğumadan
Yara kapanmadan
Yıldızlar sönmeden
Güneşi görmeden
Hemen – arkandan gelmez miyim?
SORMA
Öyle bir haldeyim ki
Biri “nasılsın” diye sorsa
Yılan olsa sarılacağım